Ayşe Pınar İnce den 8

Hayatım,

Bu kelimeye bayılıyorum biliyor musun? Çevremdeki insanlar, o şaşkın köpeğim, yığınla ağaç, hava, su her şeye hayatım demek istiyorum. İnsan sıkıştıkça bu dünyada, çevresine daha çok sarılıyor daha çok kök salıyor. Sevdiğim herkese böyle hitap etmem senden miras bana. Hiç böyle kaygılarımız olmadı biliyorsun. Sevdiğimiz insanlarla hayatımızı paylaştığımız insanları aynı dünyada yoğuruyoruz aslında. Elbette canımız var bir de canımızın için. Babaannemin babama söylediğini hatırlıyor musun ? “Sen cevizsin İsmail Pınar ise cevizin içi”. Eşimiz, çocuğumuz o cevizin içi ama aynı kabuğun içerisindeyiz. Aynı kabukta hava alıyoruz, sevincimiz, üzüntümüz aynı ceviz kabuğunun içerisinde.

Asıl konuya gelelim. Taşınıyoruz. Bu tuhaf iç anadolu şehrinde kendi dünyamızı kuramadık. Evimizdeki dvd ler, kitaplığımız, o komik ikea rafları bizi kurtaramadı yani. Estetik diyordun ya beceremedik sanırım. “Sonunda abla” dediğini duyar gibiyim ama yurtdışına çıkıyoruz. Stockholm e gidiyoruz. Nedenini uzun uzun telefonda anlatırım. Oralarda kaybolur muyum yoksa yeniden doğar mıyım bilmiyorum ama en azından buralardaki kötülüğü, nefreti içselleştirdiğimi biliyorum. Öfkeme yenik düşüyorum. Ani sinirlerim oluyor artık.

Ablacığım, canımın içi seni seviyorum. Dengesiz yaşamını seviyorum.

Dikkat et kendine

Ablan

Ayşe Pınar İnce den 7

Hayatım,

Uzun zaman oldu sana yazmayalı. Biliyorsun bizim bu dönem işler biraz yoğun. Bir de buna ablanın saçma mükemmeliyetçiliği eklenince daha da yoğun oluyor. Sabahları kalktığımızda sakince senin yatağını da özenerek toplamam gibi düşün.

Uzun zamandır sen de aramıyorsun beni. Ne demiştin geçen gün bana “sükunetin deliliğinden abla senin”. Normalde heyecanlanarak yığınla şey anlatırsın. Tepkilerin, sevinçlerin üzüntülerin hep uçlarda senin. Nadir sessizliğin tuhaf geliyor. Bana benzeme bir tanem olur mu?

Deliliği çok sevmem ama kitaplığıma baktığımda çok da sağlıklı kitaplar yok. İç dünyası paramparça kitaplar var. Dostoyevski nin “sağlıksız” kitaplarınıı kaç yıl sonra anlamaya başladım düşün. Senin o sevmediğin kahve çeşitlerini içip saatlerce Dostoyevski okuyorum. Arkada Franz Schubert var tabi. Kızıyorsun bana hissediyorum. Bu aristokrat ve sakin havama kızıyorsun. Böyle bir şehirde Dostoyevski yi ne kadar anlayabilir ki insan? Petersburg u görmeden Rus edebiyatında ne kadar gezinirsek benimki de o kadar işte. Ama insan hayal edebiliyor.

Geç de olsa okumaya başladığımız çocuk kitaplarını hayal et mesela. Bulutlardan bulutlara zıpladığımız o kitapları. Tabi çocuk da olsak bulutlardan bizi aşağıya indiren kitaplar da vardı. Pal Sokağı Çocukları nı hatırladın mı Çağatay?

Aşk çocuk kitaplarında gizli. Parkta köpeklere sarılan çocuklarda gizli aşk. Devrimci bir kadının yumruğunda gizli.

Diğerleri aşk mı bilmiyorum. Diğerleri aşksa eğer yaşadığımız bir arabesk şarkı sözü gibi “aşk yok olmaktır”

Yok oluyorum..

Ablan