AYŞE PINAR İNCE YE 4

Ablacığım,

Kaç zaman geçti sana yazmayalı bilmiyorum. Yazmayalı ne kadar büyüdüm, ne kadar küçüldüm bilmiyorum. Neler geçti hayatımdan, geçenlerden neler kaldı bilmiyorum. Bildiğim tek şey geçen zamanda birikenlerin artık üzerime devrildiği. Anlamsız bir zaman öldürmenin, bu hayatta sadece vakit geçirmenin tüm benliğime kazıldığı. Sır üstü değil. Yürüyerek, koşarak, gülerek, müzik dinleyerek, gezerek ölümü beklemek. İçimde kocaman ama kocaman bir his, bir karanlık veya bir aydınlık ölümü bekliyor her anımda. Hayatta ölümü beklemenin verdiği acı kimi zaman üzerime çullanıyor, kimi zaman güldürüyor. Her anımda aklımın bir köşesinde duruyor. Artık kendini hatırlatmaya ihtiyaç bile duymuyor.

….

Çocukluğumdan belliydi sanırım. Ölüm kokulu Cahit Sıtkı’ya hayranlığım, erken ölen Orhan Veli’ye bir nevi sevinmem, ölüm dolu sinemalara, dizilere hayran olmam.
Daha fazla yazmayacağım. Öpüyorum ablacığım. Kendine dikkat et.

“Ölüm içimde
Ölüm dışımda
Ölüm talihsiz aşımda
Ölüm kuru başımda
Teselli benim gözyaşımda”
Rüşt Onur

Şiir Denemeleri – 5

Martıya tutundu çocuk

Gitti geldi boğazın iki yakasına

Uçtu tekrar sonraları

Kondu köhne bir eve

Seyretti İstanbul’u

Çocuk şaşkın

İstanbul habersiz

Kondu kendi geleceğine

Gelecek uzun 

Gelecek kısa

Seyretti İstanbul’u

Seyretti geleceğini

Şiir Denemeleri – 4

TAŞ


Kocaman bir taş işledim,

Birazı yamuk, eğri büğrü

Birazı jilet gibi – ortaokul gömleğim misali,

Cebime koydum sonraları

Dolaştım onunla İstanbul’u

Kalbimin üstünde o,

Onun üstünde ben,

Biz İstanbul’un üstünde,

Yürüyoruz, yol uzun

Eğri büğrü

Ama sonu güzel.

ŞİİR DENEMELERİ – 3

ÇINAR

Şahitlik eder gelen geçene

Oturana altındaki

Üstündeki kuşa

Kavuğunu dolduran rüzgara kimi zaman

Kimi zaman yaprağını eğen yağmura

Yoldaki kavgaya

Gürültüye, patırtıya

Koşturmalarına çocukların

Ne var ne yoksa caddede şahitlik eder.

Eğdi başını bu sene bizim Çınar

Kuruttu iyice yapraklarını

Şahitlikten olsa gerek

Şişti koca gövdesi

Döndü sırtını yola doğru

Şahitliği

Bize kalacak gibi

Kim bilir.

ŞİİR DENEMELERİ – 2

Tohum

Göğsünde binler taşıyan bir çiçekten

Altında binler taşıyan bir toprağa

Düştü binlerce tohum

Kapandı üstü sonraları koyu karanlıkta binlercesinin.

Yardılar toprağı, havayı, suyu binlerce defa

Ulaştılar aydınlığa

Bizim insanoğlu misali…

Bir Toprak Parçasına Ağıt

Bir demir misali dövdük seni. Ana rahminden bugüne, yani toprağa düşene kadar. Her dövdüğümüzde çelikleştin. Eğildin kimi zaman, kimi zaman kızıllaştın ama vazgeçmedin çelikleşmekten. Şimdi aynı senin gibi bir salgından ölen şairin dediği gibi “benim payıma düşen toprak parçası senin de payına” düştü. Hoşçakal güzel insan. O düştüğün toprakta böcekler, karıncalar yoldaşın olsun sana. Toprağın altında sonsuza kadar nefes alman dileğiyle. Hoşçakal.

VASYA’NIN KISA OTOBİYOGRAFİ NOTLARI – 2

Utanıyorum. En çok da kendimden. Bir Türk yazarın bahsettiği fukaralıktan utanıyorum.  Ve en çok bu girdapta yaşamamdan, buna ayak uydurmamdan utanıyorum. Gurursuzluğumdan utanıyorum. Yakmadığım için bu ciğeri beş para etmez dünyayı ama en çok kendimi yakmadığım, lime lime etmediğim için utanıyorum. Ey Vasya, ne yaşarsın bu dünyada öyleyse? Bir kedi köpek misali karnını doyurup dipsiz bir karanlığa göçmek için mi? Bir arı kadar çiçek koklamazsın, bir sincap kadar ağaca dokunmadın, bir balık gibi hissetmedin suları derinde ama yaşarsın sen de işte. Utanmadan, gurursuzca gülerek hatta bazen eğlenerek yaşarsın. Küstah, o beş para etmez burnun havada yaşarsın. En son ne zaman bir yaban atı gibi ufka baktın? Ne zaman bir köstebek gibi yardın toprağın karnını? Yapamazsın. Ay ışığına bakacak cesaret bile yok sende. Sen dünyaları yarattım deyip üstündeki toprağı yok eden, sen destanlar yazdım deyip tek destanı kırmak parçalamak olan Vasya. Ah Vasya. Garibim. Acıdığım. Tüm benliğini yok etmek istediğim. Korkağım. Gözükmeyen bir bok misali gideceksin bu evrenden biliyorsun. Yığınla çiçek koklamamış, yığınla ağaca dokanmamış, o küçük gözlerini bir nebze açma ihtiyacı duyup gök yüzünüze bakmamışken. Asla yakalanamayacak bir katilin sonsuz kuyusunda çürüyecek bir ceset olacaksın. Utanıyorum senden, kendimden.

Vasya’nın Kısa Otobiyografi Notları – 1

Bu otobiyografi değersiz bir hayatın, değersiz bir gezegende, değerliymiş gibi varolma çabasıdır. Vasya’nın “büyük” hayatındaki büyük çelişkilerin küçük, değersiz ürünleridir. Bu otobiyografi sonsuzluğun küçük, yok sayılabilecek bir maddi zaman dilimindeki notlarından ibarettir. Bu yüzden değersiz ve pek tabi önemsiz olduğunu söylemekte fayda var. Elbette ben, yani bu otobiyografinin büyük sahibi, bu değersizleştirmeyle birlikte  bu yazılara değer biçme, egomu yükseltme, palazlanma ve küçük gördüğüm insanoğluna tepeden bakma derdindeyim. O yüzden notları okurken yazarın gizli egosuyla çarpışacaksınız. Dikkatli okumakta fayda var. Önemsememekte de fayda var tabi. Sonuç olarak yazar, yani ben değersiz bulduğum bir evrende kendime değer atfetmekle ilk çelişkimi gözler önüne seriyorum. Sonraları değersiz bulacağım bu evrenin büyüklüğü karşısında ilk okul sıralarında şaşıracaktım. Panoda asılı, sönük, muhtemelen yıllar önce asılmış gezegenlerin olduğu bir haritaya baktığımda parmağımı o haritadaki en küçük gezegene, Plüton’a götürecektim. Haritadaki en ezik, yalnız, değersiz gezegen oydu. O yaştan belliymiş haritada yer alacak ama en arkalara saklanacak bir gezegen olacağım.  ( Sonradan da attılar zaten Plüton’u veya o ayrıldı bilemiyorum ). Sonuç itibariyle başlangıç noktam sonrası için bir çok ipucu barındırıyordu. Öyle de oldu. Diğer gezegenlerin gölgesinde kalmayı tercih ettim hep. Öne atılmadım. Benden büyük, iddialı olan gezegenleri izledim hayatım boyunca. İlk başlarda onlara hayran olduğumu söylemekte fayda var.  Gençliğim boyunca bu ihtişamlı, estetik hayatları izledim. Büyüdüğümde ben de o muhteşem estetiğe ve maddi varlığa sahip olacaktım…

YARI SÜRREALİST DENEMELER – 5

Toprağa düştüm. Yıllarca saklanan tohum kavanozlarının birinden. Suyu bekledim uzun süre. Yukarıdan, çok yukarılardan gelen bir damla su toprağı yardı, azaldı ve iyi bir mermi misali gövdemi doldurdu. Büyüdüm biraz. Biraz da ben yardım toprağı. Çok sonraları yukarı çıktığımda korktum. Sıkışık korunaklı bir topraktan, sonsuz bir renk cümbüşünde gözlerimi açtım.

Ana rahmini yaran bir bebeğin kararlılığında yapraklarım çıktı. Uzandı göğe doğru onlar da. Bir hayalden öteki hayale geçiş hızında çoğaldık. Kollarımın sarkık ve boynumun dik olduğunu biliyorum. O kadar dik ki her sabah güneşe erişmek için burnumu havaya kaldırıyor, koklatıyor ve geri bırakıyorum.

Ve bu sabah.

Bir satranç ustasının gerginliğiyle ilk açılışımı yaptım. Sarımtrak, kadife tüylü polenlerimi çoğalttım.

Ve bu sabah.

Bir trambolinden atlayacak şekilde bir hayvan kondu üzerime. Yaylandı, yaylandı ve burnunu daldırdı sarımtrak kadife tüylü polenime.

Ve bu sabah.

Bir et parçasını kopardı sarımtırak kadife tüylü polenimden.

Ve yine bu sabah.

Uçtu. Ayaklarıyla sonsuz bir toprağa bıraktı.

Kadife tüylü sarımtırak polenimi.

 

Şiir Denemeleri – 1

AĞAÇ
Gövdemden milyonlar
Milyarlar belki de
Teker
Teker
Teker
Savruldu ustaların ellerine.
Kimi yığınla renk taşıyıp göğsünde
Ressamın paleti oluverdi
Kimi hayvanlarla anlaşıp
Bir paletin fırçasının sapı oluverdi
Kimi çerçeve olup resmin kendisini taşıdı tüm gücüyle,
ki zordur uzun süre bir şeyler taşımak
Kimi ise içerisine bir kömür yerleştirip – sıska vücuduna-  ressamın, şairin kalemi oluverdi.